Sözsüz Ezgilerin Gülmeyen Afrikalısı
Biliyor
musunuz, Afrika sanatında hiç gülen yüz yok! Şimdiye kadar gördüğüm bir
sürü kültürün arasında belki en fazla insan yüzünün işlendiği bir
sanat Afrika sanatı, ve gülen yüz yok! Yüzlerde hep sıkıntı, hep tasa var.
Bu tasayı taşta, abanoz ağacında ve fildişinde kalıcı kılmışlar.
Yaşıyanların capcanlı yüzleri de öyle. Acı içinde. Güney Afrikalı,
beyazın olduğu yerde silik olmayı seçiyor. Ancak kendi başına olduğunda
veya ezici çoğunluğa sahip olduğu "kendi yerinde" sesi duyuluyor. Beyazların
borusunun öttüğü yerlerde hala tek sözcükle bitiyor cümleler 'sir!'.
Apartheit bitmiş. Öyle diyorlar. Her iki taraf da bir 'tamam bitti
iste' oyunu oynuyor. Tarihte hep kurnazın kurnazı olmuş 'beyaz adam' bu
kez 'alicengiz oyununda' bu yola basvurmuş: Suret-i hakdan yana görünmek!
Üzerindeki fazla ve can acıtıcı dış baskı ve ambargoya
karşı en güzel çözümü bulmuş! Davulu siyahinin boynuna geçirmek.
Tokmak mı? Zaten alicengiz oyununun dikkatle biçimlenmiş 'üc kağıdı'
burada... Tokmağı da vereceksin. Davul illa ki çalınacaksa, nasılsa
birazdan zavallı siyahi elindeki tokmağı evirip çevirip ne halt edeceğini
bilmeden tekrar sana geri verecek. Bu çağda suyun başını tutmanin 'fiziksel
kuvvetle' olmadığının salt 'bilgi' ile olduğunun çoktan farkinda 'beyaz
adam'. kişiden 9 unun siyahi olduğu bu toplumda tüm 'çağdaş değerlere ve
bilgiye' sahip kesim 'beyaz'. Ve bundan zerre kadar utanç ve sorumluluk
duymadan, sanki hayvan haklarından söz eder gibi 'Apartheit'ı
hic onaylamadıklarını söylüyorlar. Peki zorla geri bıraktırdığın o 9/10'u,
sahip olduğun bir sürü değere ulaştırmak için ne yapıyorsun: Cevap:
"Apartheitı kaldırdım ya! artık benle aynı tuvalette, hatta benim
yanımda 'def-i hacet' eyleyebilir". Ha bir de "okuma yazma öğretiyoruz".
İlginçtir Mandela'yı herkes pek bir seviyor! Uzakta iken şaşırtıcı bulmuştum,
'beyaz adam' ın kendi elcağızıyle tüm yönetimi 'siyahi' ye devretmesini.
Şimdi bu üzerine 'tüy' dikilmiş marifetin ne olduğunu anlamış bulunuyoruz.
'Tüy', bilmem kaç yıl hapislerde kalıp buradan 'taht-ı revan' ile meclise
taşınmış olmanın 'esrikliği' içindeki vatandaş, Mandela. İş başına geçince
ilk hamlesi 'eskiyi unutalım, yeniye bakalim' olmuş. Bir kanun çıkarmışlar.
'İtirafçılık oyunu'. Apartheit dönemindeki suçlarını 'kamu karşında' itiraf
eden bu suçlarından 'affoluyor'. Ne güzel değil mi! 'Şuna şöyle işkence
yaptım, 20 sini öldürdüm toplu mezara gömdüm' falan... anlatıyorsun (hiç
birşeyi atlamak yok ha sonra cıssss olur) ve mahkeme salonundan elini
kolunu sallayarak çıkıp gidiyorsun, 'itibarın' iade ediliyor. Bu yolla
'meclise' geri dönen bile varmış!
İnsan ruhu ezilebilir, ehlileştirilebilir mi? Güney Afrika'da öğrendiğim cevap
ne yazik ki 'evet'. Çoğunluk Güney Afrikalı için pek çok şey anlamını yitirmiş.
HAYIR demenin bedeli toplum genetiğini böyle değiştirmiş işte. Duyarsızlaşma
ve 'refleks' haline dönüşmüş bir 'yes sir!'. Geriye ne kalıyor? Salt bir
ezgi belki... Acımasızlığın tüm 'doğallığı' ile geçerli olduğu o uçsuz bucaksız
çöllerin ve ormanların içinden yükselen bir Afrika ezgisi...
Afrika ezgilerinde de ses var ama söz yok! Biliyor muydunuz?
- Göktürk Üçoluk '97
~
~