06 Subat '99 gunku Radikal Gazetesinden Avrupai Türklerin yas olayina girisi Perihan Magden Baris Manço'yla ilgili 'yüzlerce' yazi çikmis. Televizyonlar, günlerce sehirli Türklerin 'yas' olayini yayinladilar. Siyaset Meydani, kendine düseni, kalecinin penalti anindaki coskusuyla, yerine getirdi: Çarsamba gecesi, ekstra Siyaset Meydani'nin mevzuu Baris Manço idi. Beni asan bir saatte yayinlandigi için, kim ne dedi izleyemedim. Ama benim de 'gençligimden' kalma bir iki fikrim var Baris Manço 'olayiyla' ilgili. Bu fikirlerin, ardindan söylenenlerle bu denli çakismamasi, bende 'Acaba öyle bir sey yoktu da, sen mi yaziyorsun; hayal ediyorsun' kuskularina dahi yol verdi. Yooo, ben yazmiyorum. Benim hatirladigim kadariyla, benim büyüdügüm yillarda Baris Manço bal gibi fasistti. Evet, bu konuda açik seçik söyledigi seyler yoktu. (Hiçbir politik konuda olmadigi gibi.) Ama en iyi ihtimalle, bir tatli su fasisti, en prezantablindan bir adet Türk milliyetçisi oldugu, sarkilarinin 80 öncesi yillarda ülkücü gençligin kanini atesledigi; o yillarin sular seller gibi bilinen gerçeklerindendi. Yine 80 öncesi yillarda yalnizca ülkücülerin siddetle tercih ettigi biyik modeli, çocuklarina verdigi egzantrik Türkçü isimler: Simdi elimizde Baris Manço'nun politik 'tercihlerine' dair kala kala yalniz bunlar var. Ama Baris Manço'nun politikligi de öyle enlemler ve boylamlarda seyretmekteydi. 80 sonrasi Türkiye, üstüne çelik bir yorgan çekip mecburen apolitiklesince, asil bu çizginin Baris Manço'ya daha 'uydugu', kendini 7'den 77'ye çocuklara ve dünyayi gezip Türkleri tanitmaya adadigi görüldü. Akilli biriydi. Sempatikti. Oturmus bir kisiligi vardi. Ayrica Anadolu'dan harikulade akillica beslenen kimi besteleri kollektif bilinçaltimizda önemli köse taslarina dönüsmüstü. Bilmiyorum aramizda 'Daglar, Daglar'i dinleyip de, etkilenmeyen, içi burkulmayan, 'Ne sarki ama!' demeyen kati kalplilikte birileri var midir? O, çocuklarin Baris abisiyken, ben çocuk degildim. Benim en politik oldugum yillarda, insanlarin sokaklarda birbirini öldürdügü yillarda, benim en nefret ettigim, devletin en sevdigi 'güruhun' 'sesi' olmasi durumu giderek silindi. O 'Baris Abi'lesti. Diyorum iste, ben yetisemedim. Ama sehirli Türkler için ne çok, ne çok sey ifade etmekteymis! Meger, sehirli Türkler kolektif bir yasa hasret yasamaktaymislar. Insanlarin bu denli duyarsizlastigi, acilarin sevinçlerin böylesine yalama oldugu bu zamanlarda, insanlar 'hep birlikte' aglamak, sarki söylemek, mum yakmak istiyorlarmis. Mehmet Y. Yilmaz'in Türklerin Prenses Diana'nin cenazesini izleye izleye medyadan Bati tipi yas tutma olayini ögrendigine dair saptamasini fevkalade yerinde buldum. Baris Manço'nun ardindan tutulan yasta, satir satir Prenses Diana olayinin bizdeki tezahürünü izleme sansina eristik. Dekorda, öylesine benzerlikler vardi ki. Kensington Sarayi'nin Istanbul ölçülerindeki benzeri Baris Manço'nun Moda'daki eviydi. Evin önündeki demir parmakliklar, halkimiza aynen orda oldugu gibi mum yakip seyrine bakma olanagi tanimaktaydi. Asilan yazilar, birakilan çiçekler, özellikle un kurabiyeleri, her sey, her sey 'Olay NEREDE CEREYAN EDIYOR?' sorusunu aklimiza getirmekteydi. Evinin önünde sera olarak kullanilan avluda, tabutu katafalka konulmustu. Böylece aynen Prenses Diana'da oldugu gibi, sehirli Türkler günler ve geceler boyunca tabutun önünden geçebildiler. Açilan defterlere, tipkisinin aynisi acilarini dökebildiler. Diyelim, Baris Manço basarisini paraya tahvil etmeyi becerememis, bir apartman dairesinde hayatini sürdüren bir sanatçi olsaydi, yas olayinin enternasyonel boyutu güdük kalacakti. Daha sonra ailenin antika Rolls Royce'larina binip insan selini yara yara güçlükle ilerlemesi de, aynen avludaki katafalk, demir parmakliklardaki çiçekler, mumlar, un kurabiyeleri gibi, son derece Avrupai bir etki yaratiyordu. Mesela Honda Civic marka bir arabayla bu görüntü asla saglanamazdi. Antika Rolls Royce cuk oturmustu. Aynen Moda'daki o asil ev gibi. Sehirli Türkler, aynen Ingilizler gibi artik 'Üzül. Sevin. Agla. Kahrol. Yas Tut' komutlarini televizyondan aliyorlardi. Acilarinin agirligini, rengini, seklini her evin içinde durup içlerinden geçenleri, geçmesi gerekenleri onlara 'haber veren' o sihirli cihaz belirliyordu. Cihaz, onlari harekete geçiriyor, onlarin hareketlerini gösterdikçe hareketlendiriyor, 'estetik' olani, yapilmasi gerekeni, yapilmamasi gerekeni gösteriyor, ögretiyordu. Türkler, inanilmaz bir çabuklukla adapte olmuslardi. 'Simülasyon' oyununa karsi koyamadiklari bir istahla dalmislardi. Evlerinde yasanan acilar güdüktü. Doyurucu degildi. Estetik ve arzulanasi degildi. Televizyonda yasanan acilar, tutulan yaslar, söylenen sarkilar en güzeliydi. Yanaklari kat edip asagilara süzülen gözyaslarini seyretmeye doyum olmuyordu. Özellikle kameralar çekerken. Aksam koltugunda oturup tekrar tekrar izleme olanagi varken. Türkler, Avrupai bir yas simülasyonuna girmislerdi. Girmisken tam girmislerdi. Acinin böylesi en güzeliydi. Hem sik, hem rahatlaticiydi. Simdi müsterek bahisçilere bir sonraki Prenses Diana'nin kim olabilecegini saptama bahsi kalmisti.
|